Ya da belki de biz birbirimize birer aynaydık. Belki de birbirimizi gerçek bir şekilde tanıdık. Önceki sözlerimizde dedik ki: bahçedeki bitki zayıf. Şimdi bu doğrulara ve gerçeklere daha fazlasını eklemek istiyorum. Bahçemizde bitki var mı? Peki bahçelerimiz ne durumda? Bahçe, içinde ne zayıf ne de güçlü bir bitkinin olduğu bir yere dönüşmüş durumda. Bahçemizdeki bir bitki ya kök salmış ve büyümüş ya da insan müdahalesiyle dışarı çıkarılamayacak bir hale gelmiş. Bu toprağın bitkisi, ama kimyasal gübreler ve yapay müdahalelerle büyümüş, doğallığını kaybetmiş. Ne kendi köklerinden ne de dışarıdan bir yerden gelmiş. Boş bir görüntü, bir yansıma. Ama sonunda, günün ışığı karardığında, hakikatin ve gerçekliğin ışığı gibi bir şey ortaya çıkıyor ve neyi getirdiği, neyi görmek istediği apaçık hale geliyor.
İyi biliyorum ve hissediyorum ki bahçemizin bitkisi artık zayıf değil. O bitkinin kökü de burada değil. Sanki kör bir kuyuya düşmüş ama hala canlı. Belki de bir şekilde dışarı çıkacak ve kendi doğasıyla bağını kuracak. Ev sahibinin kimyasal gübrelerle o acı ve tatlı ayrımını ortaya koyması mümkün değil. Ama bizim tohumlarımız her gün kök salıyor ve filizleniyor. Bahçemizin bitkisini iyileştirmek için bir öneri vardı; belki siz de bahçenizin bitkisini iyileştirmek için bir öneri bulabilirsiniz. Bilge ve değerli bir topluma daha fazla bilgi aktarmak gerekmez. Kendi bilir ve anlar, ne yapması gerektiğini düşünür. Ancak kendisini başkalarına özenmekle sınırlayan toplumlar, bu yolun sonu elbette başarısızlık ve çöküş olur. Taklitçilikle işler yolunda gitmez.
Bir bağdan bir bostan yaratamazsınız. Tutum ve davranışlar bireyleri güçlü, toplumu ise onurlu yapar. Bilinçli ve özverili bireylerden oluşan toplumlar taklit olmadan kendi özgün modellerini geliştirebilir. Eve dönüş zordur, ama son derece kıymetli ve anlam doludur. Durum, ne sıcak ne soğuk; tam bir kararsızlık hali. Neoliberalizm öldürür, teslim alır. Eseriniz, sizden bağımsız ve gizli bir şekilde başka şeylere dönüştürülür.
Yani sizin bitkiniz diğer bitkilerden daha güçlü ve dinamiktir, ama kimyasal gübrelerle gün be gün yakılmaktadır. Bu rüzgarlar, insanı sadece ürkütür. Abdullah Peşêw, “Ta ki ışığımız gelişmesin” adlı şiirinde diyor ki:
“Ölümden sonra bile / Biz izin vermeyiz / Siz vatanımızı kendinize ev edinemezsiniz / İzin vermeyeceğiz / Siz etimizi yiyemezsiniz / Kara kartallar gibi!”
Peşêw, toplumu ile bir bütün olmuş, o şimdi Amed’dedir. Hem iyilikseverlere hem de kötülere karşı hislerini dile getirir. Belki de mesajını şu sözlerle bitirir: “Kürtçe bir şereftir.” Bugün, Seyda’nın şiirleriyle günlük ruh halimizi yeniden okuyoruz. Çünkü bugünün durumu, pek çok ders alınabilecek olaylarla doludur.
1994 yılında, Peşêw şu sert ve keskin şiirini yazdı:
“Bugün şiir günü değil / Onun için, size söylüyorum / Sade bir dille / Size söylüyorum: / Kürtleri öldüren o kişi Kürt ise / Piçtir, alçaktır, pezevenktir.”
Bu şiirin yazıldığı yıl, merhamet ve vicdandan uzak bir kaosun hüküm sürdüğü bir zamandı. Seyda doğru söylüyor: “Bugün şiir günü değil,” bugün özgürlük ve bağımsızlık günü. İşimiz de bu; ellerimizle, kendi varlığımızla bu yolda yürümek ve sayfaları doldurmak. Adım adım hem onurun hem de hayatın tanığı olarak, ne olursa olsun bu onurun içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Abdullah Peşêw, dizeleriyle korkusuzca ve düşüncelerinden ödün vermeden direniyor. Evi ve toprağı işgal edilse bile, onurlu bir mücadeleyle ayakta kalıyor. İnsan, ne olursa olsun kendisini topluma bağlı ve onurlu bir şekilde hissetmelidir. Ama toplumlar, korkuyla kendilerini kapatır ve özgürlüğü sonuna kadar savunmadıkları sürece korkunun kurbanı olurlar.
Her birey bir diğerine bağlıdır. Geçmişte bir yazımda, mazlum halkların ahlakını ele almıştım. Bu ahlak, ezilenlere dair söylemleriyle onları denetim altında tutmaya çalışan bir tahakküm biçimidir. Sonuçta ne olur? Ezilenler bu baskıcı liberalizmin yumuşak bir hayat sunacağını umarak kendilerini kandırır. Ama bize düşen bu sakinlik ve dalgalanmaların teslimiyetle değil, kesin bir kararlılıkla son bulmasıdır.
Nietzsche’nin dediği gibi: “İyilik ve kötülük arasındaki fark nedir?” İyilik ve kötülük arasında bir denge kurmak belki mümkündür, ama biz kendimize aynayı tutmalı ve kim olduğumuzu görmeliyiz. Abdullah Peşêw, işgal altındaki ülkesindedir; eğer vaktiniz varsa, onun sesini dinleyin. Belki de kulağınız bir kez daha özgürce yankılanır.